HİPNOZ VE HİPNOTERAPİ
HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Prof. Dr. Atilla Soykan, Dr. Psk. Filiz Özekin
Üncüer; M+ Psikoterapi: 05067644000
Hipnoz; dikkatin belli bir
fikre/düşünceye odaklanması, dış uyaranlara olan ilginin azalması ve ilk başta
telkin edilen düşünceye uygun bir tepkinin verilmesi olarak tarif edilebilir.
Hipnotik ‘trans’ durumundaki kişi fiziksel ve ruhsal olarak gevşemiş, hipnozu yapan kişinin telkinlerine
odaklanmıştır; trans hali, pozitif telkinleri çok kolay algılama, zihinde
canlandırma ve telkin edilen şeyle bağlantılı duygusal ve fiziksel yanıtlar
verme ile karakterize bir bilinç durumudur. Hipnoz benzeri durumlar günlük
yaşantımızda sık sık başımıza gelir; örneğin, film seyrederken korkmamız ve
bunun fizyolojik belirtilerini göstermemiz, araba kullanırken kaptırıp
kendimizi hiç fark etmeden gittiğimiz yerde bulmamız, hipnoz benzeri bilinç durumlarıdır. Basit bir
benzetmeyle hipnoz, film izlemeye benzer. Bir filme gittiğimizde, senaryo, bizim
o ortamda hissetmemizi sağlayacak şekilde planlanır. Bu filme kaptırdığımızda;
dikkat “filme” odaklanmıştır, dış uyaranları algılamamız ve ilgimiz azalır,
filmde olanları içimizde canlı bir şekilde hissederiz, indüklenen (telkin
edilen) duygu veya düşünceye uygun tepki
veririz, ama bunların gerçek değil, bizim zihnimizde canlanan şeyler olduğunu
hep biliriz. Kısacası hipnoz, tam uykudan uyanırken, bilinçli ama rüyada
olduğumuz döneme benzer, derinleştikçe uykuya benzer ama bilinç hep tamamen
açıktır, hayal kurmaya benzer ama tüm vücut uykudaki gibi gevşemiştir.
Hipnoterapi
Hipnoterapi,
hipnotik tekniklerin tedavi amaçlı kullanımıdır. Hipno-BDT kapsamında hipnoterapi,
daha çok iyi hissetmeyi arttırma aracı
olarak kullanılır.
Figür 4’te
gösterildiği gibi, hipnoterapi teorisine göre;
ü
Psikolojik ve duygusal problemler çoğunlukla
yararsız-olumsuz düşünceler ve imajinasyonlar nedeniyle ortaya çıkar; kişi
aslında, geçmiş ve gelecekle ilgili oto-hipnoz ile senaryo oluşturarak, bu
senaryoların gerçekleşebileceğini hayal eder ve korkar-kaçınma davranışları geliştirir yada çaresizlik hissederek, eylemsizleşir.
ü
Hipnoterapi bu olumsuz düşüncelerin yerine
yararlı-olumlu fikirleri canlandırma –telkin etme- yöntemiyle kişinin istediği
yönde değişmesini destekler.
ü
Hipnoterapi esnasında bireyde telkin yöntemi ile güçlü
yaşantılar oluşturularak, bu deneyim sırasında telkin edilen yararlı-pozitif duygu, düşünce ve davranışların günlük hayata
aktarılması amaçlanır.
Bir örnekle açıklamak
gerekirse, kişi sunum yapmadan önce
sunumunun kötü geçtiği, kimsenin kendisini beğenmediği, sesinin titrediği ve
başarısız-rezil olduğu bir senaryoyu zihninde canlandırıp bu konu ile ilgili
bir görüntü oluşturduğunda kaygılı hissetmeye başlar. Hipnoterapi ile kişinin
kendi kendine oluşturduğu bu imajinasyonun yerine kendisini güvenli hissedeceği
ve sunumun istediği gibi sonuçlanacağı görüntüsünü oluşturması sağlanmaktadır.
Üzerinde konuşularak birlikte kararlaştırılan yeni senaryoyu pozitif
telkinlerle kişinin imajine etmesi sağlanarak, sunum ile ilgili hissettiği
duyguların istenilen duygularla değiştirilmesi hedeflenir.
Hipnoterapi Teorisi
Hipnoz ve Hipnoterapi;
Tanımlar
Hipnozun üzerine anlaşılmış olan tek
bir tanımının olmaması dikkat çekicidir ve toplumda hipnoz konusunda oluşan ön
yargıların da nedenlerinden biridir. Hipnoz kullanımını artırmak ve bu ön
yargıları azaltmak amacıyla, Amerikan Psikoloji Birliği (APA), 2014 yılında
“hipnoz” ve hipnozla ilgili kavramlar için resmi bir tanım yayımlamıştır (The official division
30 definition and description of hypnosis, 2014):
Hipnoz:
Yapılan telkinlere karşı yükselmiş yanıt kapasitesi
ile karakterize, dış uyaranları algılamada azalmanın ve dikkatin
yoğunlaşmasında artışın ortaya çıktığı bir bilinç halidir.
Hipnotik
indüksiyon:
Hipnotik yanıt ortaya çıkartmak amacıyla
gerçekleştirilen prosedürlerin tümü.
Hipnozibilite: Bireyin, hipnoz esnasında telkin edilen fizyolojik, duygusal, düşünsel
ve davranışsal değişimleri deneyimleme becerisidir
Hipnoterapi: Tıbbi, psikolojik veya hedeflenen
durumlarda tedavi amaçlı olarak hipnozun kullanılması durumu
Bilişsel Davranışçı Hipnoterapi: Tıbbi, psikolojik veya hedeflenen
durumlarda tedavi amaçlı olarak hipnoterapinin, bilişsel ve davranışçı
tekniklerle bir arada kullanıldığı bir psikoterapi yöntemidir.
Hipnoz ve Hipnoterapi’de
Bilinç Durumu;
Literatürde, hipnozun tanımı
üzerinde anlaşılamamış olmasının temel nedeni hipnoz sırasında oluşan
değişikliklerin farklı bir bilinç durumundan kaynaklı olup olmadığı konusunun
netlik kazanmamış olmasıdır. Bu konu “Hipnoz Teorileri” kısmında daha detaylı şekilde ele
alınacaktır. Bilişsel-Davranışçı Hipnoterapi ekolü, hipnoz sırasında farklı bir
bilinç durumu oluştuğu savını benimsemeyerek, bütün hipnozların özünde kişinin kendisi tarafından
gerçekleştirildiğini yani oto-hipnoz olduğunu savunmaktadır. Öte yandan, Milton
Erickson, ortalama insanın günlük hayatında iyimser olduğunu, gerçekçi
düşünemediğini söyler. Bu durumu, “doğal hipnozda” ya da dissosiyasyon halinde
olma şeklinde tarifler. Erickson’a göre kişi kendi becerilerini abartır,
olayları kontrol edebildiğine inanır, başına hep iyi şeyler geleceğini varsayar
ve yaşadıklarını iyimser bir bakış açısıyla değerlendirir. Örneğin; “o benim
başıma gelmez ben sağ kalırım” diye düşünerek bir erkeğin savaşa gitmesi. Kişi,
bir ölçüde, imajinasyonlarını-zihninde canlandırdıklarını gerçekmiş gibi kabul
eder. Bu pozitif oto-hipnotik yanılsama dışarıdan aldığı bilginin pozitif
kısımlarına odaklanmasını ve negatif kısımlarını gözardı etmesini sağlayan
bilişsel ve sosyal filtreler vasıtasıyla gerçekleştirilir. Sonuçta, algılanan
tehdit olabildiğince minimalize edilir ve birey en olumsuz şartlarda bile uyum
yapma yeteneğini sürdürür. Yani,
gerçekçi olmayışımız, aşırı uçlara kaçmadıkça ve olumsuz olasılıkların da
farkında olduğumuz sürece, çoğunlukla, işlevseldir.
Hipnoz ile bir kişinin
‘beynini kontrol etmek’, ‘geçmişini unutturmak’ veya ‘kendisine aşık etmek’
gibi olağanüstü güçler gerektiren şeyleri yapmak mümkün değildir. Öte yandan,
hipnoz ile kişinin kendini kontrol etme becerisi arttırılarak sigara içme gibi
davranışları terk etmesi, geçmişi ile hesaplaşarak kendi geçmişinin etkilerini
çok daha az hissetmesi veya
özgüveni-kendine bakımı ve diğer olumlu özellikleri güçlendirilerek beğendiği
kişinin onu isteme olasılığını arttırması mümkündür. Hipnoterapi 1950’lerden itibaren
Amerika ve İngiltere Tabib Odası olarak kabul edebileceğimiz (American ve
British Medical Association- AMA ve BMA) ve Amerikan Psikoloji Birliği
tarafından etkinliği onaylanmış bir psikoterapi yöntemidir. Hipnoz kullanılarak
yapılan terapilerde genel bir kural vardır; hipnoz uygulamaları hakkında
kişinin bilgisi arttıkça, hipnoza girmesi kolaylaşır ve yararlanma olasılığı
artar. Herkes, farklı teknikler gerektirse ve farklı derecelerde olsa da,
hipnoz olabilir. Hipnoz
sırasında başvuranın onayı ve katılımı ile ‘trans’ hali oluşturulur ve kişinin
telkin edilebilirliğini arttıran bir zihin yapısı ‘mind set’ geliştirilir. Trans’a girebilme derinliği kişiler arası fark
gösterir; hipno_BDT için çoğu kez hafif-orta trans
yeterlidir. Kişi kendini olabildiğince gevşetir ve telkin edilen şeyleri
zihninde canlandırırsa hipnoza girmesi kolaylaşır. Hipnotik yaşantı
tekrarladıkça hipnoza girme süresi kısalır. Hipnoz eğitimli, teknik açıdan
bilgili ve deneyimli kişiler tarafından yapıldığında, hemen her zaman, pozitif
bir yaşantı olarak tarif edilir. Bu
olumlu his, hipnozun derinliği arttıkça artar ve çalışılan telkin türüne göre
‘rahatlama-gevşeme’, ‘fiziksel ve ruhsal dinlenme’, ‘enerji ve kendine güven
artışı’, ‘olaylardan az etkilenme, uzaktan bakma’ gibi farklı şekillerde
tanımlanabilir.
Hipnoz uykuya dalmayı kolaylaştırmak
amacıyla kullanılabilir ama hipnoz bir tür uyku hali değil, bir artmış
odaklanma halidir; hipnoz altındaki birinin beyin dalgaları – EEG- uyuyan birinin beyin dalgalarından çok farklı
iken, hipnoz olmamış uyanık birinin
beyin dalgaları ile benzer özellikler gösterir. Hipnoz ne kadar derin olursa olsun bilinç açıktır; kişi sadece
aklına yatan telkinleri kabul ederken aklına yatmayan herhangi bir durum olduğunda
hipnoz durumundan kendi kendine çıkar. Hipnozdan ‘çıkamama’ gibi bir duruma
henüz rastlanmamıştır. Sahne hipnozunda ve bazı filmlerde bireylerin sanki
hipnotistin kontrolünde imiş gibi davranmaları nedeniyle hipnoz altındaki
bireylere ‘kendi bilincinin dışında, istemediği, onaylamadığı’ birşeyi
yaptırmanın mümkün olduğu kanısı halk arasında yaygındır. Bu konu askeri ve
sivil araştırmacılar tarafından da araştırılmıştır. Bu araştırmalarda deneklere ne kadar güçlü
telkin edilirse edilsinler kendi istemedikleri, onaylamadıkları herhangi bir
şey yaptırılamamıştır.
Hipnoz altındaki kişi
sadace onayladığı, pozitif sonuçlar beklediği telkinleri kabullenir; ‘rahatlıyorsun-için huzurla doluyor’
şeklindeki bir telkin bir çok kişide bağlantılı psikofizyolojik değişiklikler
oluştururken, ‘son derece gerginsin-korku içindesin’ gibi negatif bir telkin
yapıldığında, kişi çoğunlukla gözlerini açar ve ‘siz ne diyorsunuz?!?!’
anlamında hipnozu yapan kişiye bakar.
Hipnoz
Hakkında Yanlış Söylentiler:
Doğru
yanıt: Hipnoterapide
diğer psikoterapi yöntemlerinden çok farklı ve üstün bir teknik kullanılmaz;
hipnoterapinin farkı psikoterapinin verimliliğini ve etkinliğini arttırabilme
olasılığından gelir. Ortalama bir vaka en az 6-7 hafta terapiye gelir. Hipnozla
tedavide tek seansta başarı oranı nadir durumlar dışında çok düşüktür; zaten bu
oran yüksek olsaydı kimse hipnoz dışındaki bir tedaviye gitmez, ruh sağlığı
çalışanları da sadece bu tedaviyi uygularlardı. Öte yandan, zorunlu durumlarda
ve az da olsa başarı olasılığı varsa, ilk değerlendirmeden sonraki ikinci
seansta, genellikle de 3-4 seans süresine denk düşen uzun bir seans ile
problemin çözümü denenebilir. Terapilerdeki başarı olasılığının birden çok
faktörden etkilendiği (hastanın motivasyonu, terapist-hasta ilişkisi, dış
etkenler vb.) göz önünde bulundurulmalıdır.
Doğru
yanıt: Maalesef
hipnoz yada herhengi bir yöntem ile bir mucize gerçekleştirip, kişiye format
atmak mümkün olmamaktadır. Öte yandan, hipnoterapi seansları ile kişinin
geçmişi ile daha barışık olması yani geçmişinin şimdiki yaşamındaki etkilerinin
azaltılması mümkündür. Yani kişinin yaşadığı olayları şu anki hali ile
anlamlandırması ve duruma yeni bir bakış açısı geliştirmesi sağlanarak
kabullenmesi ve hayatına “o olaya rağmen” devam etmesi konusunda yardımcı
olunabilir.
Doğru
yanıt: Hipnoz
uykuya dalmayı kolaylaştırır ama kişi hipnoz altındayken uykuda değildir; bir
filme kaptırmış gibidir ve isterse filmi seyretmeyi bırakabilir. Hatta uyursa,
uyandırılır.
Doğru
yanıt: Hipnoterapi
bir uzman tarafından da yaptırılabilir, kişi kendi kendine hipnoza girmeyi de
öğrenebilir. Hipnoz esnasında kişi vücut olarak gevşemiş olmasına rağmen zihin
olarak son derece etkin bir şekilde aktiftir. Telkin terapistten gelse de bunu
yapma/yapmama ya da nasıl yapacağı kararı tamamen hastaya aittir. Hasta
hipnozda zihinsel yönden tamamen aktif bir haldedir.
Doğru yanıt: Hipnoz
esnasında ya da sonrasında kişiye istemediği veya onaylamadığı bir şey
yaptırılamaz. Hipnozdaki bireyin bilinci açıktır ve kendisine istemediği bir
şey telkin edildiğinde kabul etmez.
Doğru
yanıt: Hipnozdan
çıkamamak diye birşey olamaz. Hayal kurunca hayal dünyasından hiç çıkamazsam
diye korkmak gibi birşeydir bu korku. İngiltere’de, bir hipnoterapi kliniğinde,
yangın alarmının çalması üzerine, hipnoterapi seansında olan ve en derin trans
halindeki katılımcılar bile, seansı sonlandırarak hızlıca binayı
terketmişlerdir. Kişi istediği zaman hipnozdan çıkabilir.
Doğru
yanıt: Bir film
seyrederken, maç seyrederken yada arkadaşıyla sohbet ederken kendisini olaya kaptıran
biri ne kadar saf ve zayıf iradeli ise hipnoz olan kişi de o kadar zayıf
iradelidir. Hipnoz esnasında kişi bilinçli kontrolü hiç bırakmamaktadır;
dolayısıyla ne saf ne de zayıf iradelidir, sadece hipnoza girmeyi tercih etmiş,
keyfini çıkartıyordur.
Hipnozun & Hipnoterapinin
Tarihçesi
Hipnozun tedavi
amacıyla kullanımı, histoloji, patoloji
daha yeni gelişirken ve farmakolojik tedaviler yok denecek kadar azken, 1770’lerde başlar. Bu dönemdeki tıbbın
durumunu ortaya koymak için bazı hatırlatmalar yapacak olursak; 1761’de De Sedibus et Causis Morborum ile Morgagni
hastalıklarla anatomi arasında bağı ilk kez kurar; "yaşam dediğimiz şey, ölüme direnen tüm
sistemlerin işlevlerinin toplamıdır" diyen ve histolojinin kurucusu Bichat
ilk yayınını 1779’da yapar; Virchow, 1858’de Omnis cellula e cellula
kitabıyla modern patolojinin temellerini atar ve hastalıkların oluşmasında
hücrenin tutulumunun önemini ortaya koyar. Genel anestezi için Nitroz-oxid 1800
yılında ilk kez kullanılıyor; 1805’de morfin anastezi için ilk kez denenmiştir.
Hipnozun bir tedavi aracı
olarak kullanılması Franz Anton Mesmer (1734-1815) ile başlar. “Mesmerizm” adı ile bilinen bu yöntem bilinen
en eski psikoterapi yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Mesmer
tarafından 1779’da ‘animal magnetism’ adıyla öne sürülen bu teoride; Mesmer
önce mıknatıslarda, daha sonra da kendisinde özel güçler olduğunu ve insanlarda
tıkanan ‘manyetik akımı’ açabildiğini ileriye sürer. Mesmer, hipnozun
hipnotistten hastaya doğru akan bir manyetizma şekli olduğuna inanır ve bu
manyetik akışın yöneltilmesiyle hastalıkların tedavi edilebileceğini iddia
eder. Seanslarda bugünkü sahne hipnozuna benzer bir ortam oluşturup, hastanın
histerik krize benzer bir kriz geçirmesini sağlayarak hastaları ‘tedavi’ eder.
Mesmer, Mozart ve Marie Antoniette’in ilgisiyle Fransa’da çok güçlenir.
Keşfettiği tedavi yöntemine yönelik eleştiriler nedeniyle, biraz da kendi
isteğiyle, Kral XVI Louis tarafından bir komisyon kurularak Mesmerizm’in
araştırılmasına karar verilir. Araştırmada Antoine Lavoisier, Paris Belediye
Başkanı Jean Bailly, Dr. Joseph Guillotin ve Benjamin Franklin de
görevlendiriliyor. Sonuç olarak, animal magnetizm diye bir gücün olmadığı
saptanır ve hastaların Mesmer’in tutumları ve kendi hayal güçleri nedeniyle
iyileştiğine yönelik bulgular saptanır. Bu araştırma sonucu bir süreliğine
tıbbi hipnoza ilginin azalmasına ve sahne hipnozunun yaygınlaşmasına yol açar.
Bilimsel hipnozun babası olarak
kabul edilen James Braid (1769-1860) İskoçyalı bir cerrahtır. Hipnoza olan
ilgisi ünlü bir Mesmerist’i sahnede izlemesi ile başlar. Hipnoz’a giren kişide
oluşan durumu bilimsel olarak anlamaya karar verir. Önce akrabalarında, sonra
hastalarında denemeler yaparak, onları ‘uyutur’ ve yaptığı gözlemleri bugünkü
modern hipnoza ilişkin tüm ön bilgilerin yer aldığı bir kitap yayınlar. Braid,
oluşan ‘trans’ halini uykuya benzeterek, Yunan mitolojisindeki uyku tanrısına
atfen bu duruma ‘hipnoz’ adını verir.
Sonraları hastaların uyumadığını ama telkin edilen fikre odaklandığını saptar
ve “Hipnoz” ismini “Monoideism” olarak
değiştirmeye çalışır ama başarılı olamaz. Braid çalışmaları sonucunda; hipnoz
esnasında kişinin ‘trans’ haline
geçtiğini ve telkin edilen bir fikre odaklanarak; diğer uyaranlardan
uzaklaştığını; bu fikrin gerçekleştiğini
zihinde canlandırarak da gerçekleşmiş gibi hissedip tepki verdiğini ileri
sürer. Sonuç olarak, Braid şu an hipnoz hakkındaki bilgilerimizin çoğunun
temelini atan kişi olarak kabul edilebilir.
Daha sonraları Sigmund Freud,
hipnoterapide regresyon tekniğini kullanarak psikoanalitik teoriyi
geliştiriyor. 1950'lerden sonra Milton Erikson hipnoterapiye damgasını vurarak
“Eriksoniyan Hipnoterapi” olarak da bilinen ve kişiyi transa sokmak için örtülü
dil kalıplarının kullanıldığı yaklaşımını geliştiriyor. 1980'lerin başında ise,
Theodore Barber ve arkadaşları hipnozu motivasyon, uyumlu tutum ve beklenti
gibi bilişsel, davranışsal kavramlarla entegre ederek hipnoterapinin bilişsel,
davranışçı terapilerle kullanımının yolunu açıyorlar.
Klasik Hipnoterapi, psikoterapinin
genel amacı doğrultusunda, kişinin olabildiğince derin düzeyde hipnoza
sokulduğu ve hedeflediği duruma ulaşabilmesi amacıyla doğrudan, örneğin;
kişinin midesinde bir kelepçe bulunduğu ve çok az yese bile kolayca doyacağı
gibi, telkinlerin sıkça kullanıldığı bir terapi yöntemidir. Klasik
hipnoterapinin ve doğrudan telkin yoluyla elde edilen terapötik etki bazı
kişilerde yüksek olmasına rağmen etkinin çoğu durumda kalıcı olmadığı
bulunmuştur. Klasik Hipnoterapi, psikopatoloji, kişilik yapısı, davranış değişimi
gibi kavramların tanımlanmasından çok önce ortaya çıkması nedeniyle patolojiyi
ve kişiyi anlamak için gereken temel konularda kavramsal zemini sınırlıdır.
Kısacası, klasik hipnoterapi bize yapılanmış bir psikopatoloji teorisi ve
etiyolojiye dayanan bir değişim modeli sunmaz. Öte yandan, diğer terapilere
entegre edilmeye çok uygun bir yapıya sahiptir. 1. ve 2. dalga terapistlerinden
Charcot, Bernheim, Breuer, Freud (Psikoanaliz), Pavlov (Klasik şartlanma),
Wolpe (hipnotik veya sistematik duyarsılzaştırma), Lazarus (multimodal terapi),
Jay Haley (aile terapisi), Michenbaum (stres inokulasyon terapisi) ve Ellis
(REBT) gibi önemli isimler tarafından kullanılmış bir yöntemdir. Hipnoterapinin
kullanım alanlarının bazıları şu şekildedir;
Regresyon Hipnoterapisi, klasik bir
hipnoz uygulamasının ötesinde, kişinin geçmiş yaşlara hipnoz altında regrese
edilerek, yaşadığı bazı olayları zihninde canlandırması ve duygu boşalması
sağlanmasını amaçlayan teknikleri içerir. Hipnoz altında regresyonun, olayları
basit bir çağrışımla hatırlamaktan farklı olduğu ve kişinin derin hipnotik
düzeye getirilmesiyle, çağrışım ve telkin yoluyla geçmişte yaşanan olayların
güçlü bir şekilde canlandırılabildiğine inanılır. Sigmund Freud ve Joseph
Breuer hipnozda regresyon tekniğini kullanarak bastırılmış travmatik anıların
hatırlanması ve bunları dışa vurarak rahatlamaya yönelik çalışmalarda
bulunmuşlardır. Freud, 1885’te Charcot’un yanında histeri konusunda hipnoz
kullanımı ile ilgili eğitim aldıktan sonra, 1886’da Breuer ile birlikte hipnoz
ile tedavi ettikleri Anna O. vakasını incelemeye başlar. 1895’te bilinçaltı
kavramını tanıttıkları ve bastırılmış travmatik anılar ortaya çıkartıldığında
semptomların azaldığını ileri sürdükleri ‘Studies on Hysteria’ kitabını
yayınlarlar. Freud psikoanaliz yöntemini geliştirirken uzun süre “hipnotik yaş regresyobu” tekniğini kullanır.
Zamanla hipnoza göre daha güçlü ve kalıcı semptom azalması sağladığını
düşündüğü rüya analizi ve serbest çağrışım yöntemlerine yönelerek bilinçdışı
çatışmaları çözmeye yönelir. Freud’un hipnozu temel teknik olarak kullanmayı
bırakmasının başlıca nedenleri olarak
herkesin yüksek hipnoz olabilirlik düzeyinde olmaması, false memory ve
erotik transferansla ilgili problemler olduğunu farketmesi, kişilerin derin
hipnoz altındayken verdikleri bilgileri
ve öğrenmeleri hipnozdan çıktıktan sonra tam hatırlanmadıklarını bu sebeple
içgörü geliştirmenin yavaş olduğunu gözlemlemesi olarak söyleyebiliriz.
İlerleyen yıllarda regresyon
hipnoterapisinin farklı alanlarda farklı psikoterapi ekollerine eklenerek
kullanımı yaygınlaşır. Hipnoz’da regresyonun kullanıldığı bazı teknikler şu
şekildedir;
Beyaz Perde
Tekniği:
Pozitif olay hatırlatılıp, hızlı-yavaş çekim-geri oynatma yapılarak veya bir
sinema ekranında anının beyaz perdeye yansıtılarak oynattırılıp kişinin
dışarıdan bir izleyici gibi dışarıdan izlemesi sağlanıyor.
Duygu Köprüsü
(Affect Bridge):
John Watkins tarafından 1970’lerde hipnoterapi ile birleştiriliyor. Bu yöntem
sırasında kişinin şu anda hissetiği negatif bir fiziksel duyum-duygu
farkettirilip, bunu geçmişte ilk ne zaman hissettiyse o zamana dönmesi
sağlanarak kişinin bu duygu ile ilk tanıştığı ve o dönemde yaptığı
anlamlandırmaları fark ederek bunların şimdiyi nasıl etkilediğini görmesi
sağlanıyor.
Hipno-BDT’de
regresyon yöntemini travmatik değil pozitif duygulanımın oluştuğu anıları
canlandırmak amacıyla kullanmaktadır.
Hipnoz ve
Hipnoterapinin Etkinliği ve Diğer Terapilere Eklenmesi
Hipnoz
konusundaki bilimsel araştırmalar psikoloji biliminin ortaya çıkışından bile
çok öncelere dayanmaktadır. Benjamin Franklin’in 1784 yılında Mesmerism’in
araştırılması için kurduğu bilimsel komiteyi de hesaba kattığımızda, hipnoz
alanında 200 yıldan fazla süredir bilimsel çalışmaların yapıldığını söylemek
mümkündür. Hipnoz konusundaki ilk laboratuar araştırmasının makalesi 1993 yılında Clark Hull tarafından
yayımlanmıştır.
1980
yılından itibaren, psikoterapilerin etkinliğini araştırmak için meta-analizlerin
kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu konudaki ilk çalışma Mary Lee Smith ve
ekibi (1980) tarafından yapılmıştır. Smith ve arkadaşları (1980) psikodinamik
temelli hipnoterapinin etki boyutunu 1.82 olarak rapor etmişlerdir. Buna ek
olarak, hipnoterapinin bilişsel-davranışçı terapiye eklenmesinin tedavinin
etkinliğini artırdığını göstermişlerdir (etki boyutu = 2.38). Hipnoterapinin
etkinliğini ölçme amacıyla yapılan diğer meta-analizler sonucunda bulunan
etki-boyutları Tablo 2’de gösterilmektedir.
Tablo 2
Hipnoterapinin Etki Boyutunu Gösteren Farklı Meta-Analizler
Araştırma |
Etki Boyutu (d) |
Clum & Bowers (1988) Davranış değişikliği üzerine yapılan 69 çalışmanın meta-analizi |
0.76 |
Smith et. al. (1980) 19 bağımsız değişken ile yapılan meta-analiz |
1.82 |
Montgommery, DuHamel & Redd
(2000) |
0.74 |
Rominger et. al. (1996) 36 farklı kontrol gruplu çalışmanın meta-analizi |
0.83 |
Flammer & Bongartz (2003) 133 kontrol gruplu çalışmanın meta-analizi |
1.07 |