İyi Hissetme ve Mutlu Olma
Psikiyatrik Belirtiler, Tanı, Tedavi, Psikoterapi ve "İyi Hissetme"
Psikoterapi nedir; Psikoterapist kimdir? İnsan Değişir mi?
Psikoterapi Nedir?
Psikoterapi, yeni deneyimler sağlayarak bireyin psikiyatrik belirtilerini azalma, davranışlarında değişme ve “büyüme-gelişme” amacı güden bir tedavi yöntemidir. Psikoterapist ise bu süreci bilimsel yöntemlerle destekleme, kolaylaştırma ve psikolojik değişimin kalıcı hale gelmesi konusunda bilgi, beceri ve tutum eğitimi almış uzmandır.
Değişim farklı basamaklarda gerçekleşebilmektedir.
1-Davranış değişimi,
2-Düşünce değişimi,
3–Kişilerarası iletişim biçimi değişimi,
4- Aile içi çatışma çözümü,
5– Kişilik yapısında değişiklik..
Birey için en uygun yaklaşıma değerlendirme sürecinde karar verilmektedir. İlk basamaklar daha kolay ve kısa sürede gerçekleşebilirken, özellikle 5 basamağı da içeren terapilerde değişim için gereken süre uzundur.
Psikoterapi, biraz politika'ya benzer; herkes politika hakkında fikir sahibidir, çoğunluk “durumu düzeltmenin” nasıl olacağı hakkında ciddi bir söylev verebilir, azınlık bilgi düzeyini gazete köşe yazılarının ötesine taşır, çok küçük bir azınlık ise konuyu “bilir.”
İyi iletişim yeteneği olan bir birey, yaptığının “psikoterapi” olduğunu düşünebilirken ve çoğu kişi psikoterapi'ye gittiğinde “yol gösterme”, “akıl-öğüt verme”, “yönlendirme”, “rahatlatma” veya “içini boşaltma-herşeyi anlatma” gibi alturistik bir insandan beklenebilecek tutum ve davranışlarla karşılaşacağını varsayar. Oysa, psikoterapi'de bazen “rahatlatıcı” bir teknik kullanılırken, bazen de başvuran kişinin problemleri ile yüzleşerek gerginliğinin geçici olarak arttırılması gerekmektedir.
Psikoterapi; Kim yapar? Tanımı Nedir?
Psikoterapi tanımı ruh sağlığı alnında çalışanların bile tanımlarken belirsizlik yaşadığı bir alandır. Güncel Türkçe Sözlük psikoterapi'yi “hekimin hastayı etkilemek için kullandığı psikolojik yöntemlerin bütünü” olarak tanımlarken, psikoterapi'nin yanlızca hekimler tarafından yapıldığı izlenimini vermektedir. Oysa, psikoterapi, tıp eğitiminde çok sınırlı ele alınan, psikiyatri asistanlığı döneminde ise ancak bazı kurumlarda gerçek anlamda pratik ve uygulamalı eğitim verilen bir alandır. Keza psikoloji mezunlarının da psikoterapi eğitimi son derece sınırlıdır; bir psikolog çoğunlukla bir hastahanede süpervizyon altında çalışarak ya da klinik psikoloji master-doktorası yaptığında “psikoterapist” özelliği ve becerilerini edinebilir.
Psikoterapi; Uygulamada ortak özellikler nelerdir?
Uygulanan tekniklerdeki farklılıklar her okulun kendi yöntemine paralel bir psikoterapi tanımına yol açmıştır; öte yandan, tüm psikoterapiler için ortak özelliklere dayanarak bir tanım yapmak da mümkündür.
Psikoterapi, eğitimli kişinin, karşıdakinin onayı ile uyguladığı bir tedavidir. Amaç, bireyin, hastalık belirtilerine ve davranışlarına müdahale etmek ve kişisel gelişimini desteklemektir.
Psikoterapi uygulamaları yüksek oranda “eğitim” içermesine ve “eğitim” kişinin gelişimini sağlama amacı gütmesine rağmen, eğitim, tek başına, bir psikoterapi olarak kabul edilmez. Kalp krizi geçiren bir kişi, sigara ile kalp krizi arasındaki bağlantı konusunda eğitildiğinde, öğrendiklerinin etkisi ile sigarayı bırakabilir; bu eğititimin bir etkisidir. Psikoterapi, bu kişi sigarayı bırakamadığında devreye girer. Kişinin, sigara içme davranışını sürdüren etmenler konusunda içgörü ve başetme becerisi artırılarak, örneğin, oral alışkanlı kişilik yapısının farkına varması ve/veya kaygı ile başetme becerisi kuvvetlendirilerek, sigarayı bırakması sağlanırsa psikoterapi'den sözedilebilir.
Psikoterapi eğitimli kişi yada kişiler tarafından yapılır. Psikoterapist adayı çoğunlukla psikoloji, tıp, sosyoloji, sosyal hizmetler veya psikolojik danışma-rehberlik gibi alanlarda lisans eğitimi tamamladıktan sonra psikoterapi alanına yönelir ve ek uygulamalı eğitimler alır. Psikiyatri asistanlığı, klinik psikoloji master-doktorası, eğitim veren hastanelerin yataklı psikiyatri sevisleri gibi ortamlarda psikoterapi eğitimi alınabileceği gibi özgün bazı psikoterapiler konusunda eğitim ve sertifikasyon veren uzman kişilerden de psikoterapi öğrenilebilmektedir.
Psikoterapi eğitimi almış kişilerin ortak özelliği bireyi dinlerken “yansız, yüksüz, yargısız” kalabilmeleridir. Başvuran birey, politik bir eğilimden sözettiğinde, genel ahlaki kurallar açısından “uygunsuz” bir davranışını dile getirdiğinde veya saldırgan dürtülerinden dem vuırduğunda, ancak iyi yetişmemiş bir psikoterapist “yanlı (o partiden ben hiç hazetmem !)”, “yüklü (utanmadınmı hiç...)” veya “yargılayıcı (anneye öyle yapılır mı hiç!)” tepkiler verir.
Bireyin psikoterapiye uygunluğu ve uygulanacak yöntem terapist tarafından değerlendirilir. Psikoterapiye katılma kararı isteğe bağlıdır; kişinin rızası varsa yapılabilir. Psikoterapi esnasında konuşulanlar gizlidir ve hastanın “gizlilik” hakları hem etik hem de hukuk tarafından korunmaktadır. Öte yandan, hastanın kendine yada çevresine zarar verme potansiyeli var ise psikoterapist bu gizlilik ilkesini bozabilir; buradaki amaç hastanın zarar görmesinin engellenmesidir.
Psikoterapiye katılan birey kullanılacak terapinın adı ve yöntemi, amacı ve terapi sonunda ne beklenebileceği konusunda ilk yada ikinci seansta bilgilendirilmelidir. Terapiye girecek bireyin sözkonusu terapiyi ve terapiyi yapacak kişinin özgeçmişini, yayınlarını incelemesi aklıllıca bir yaklaşımdır.
İnsanın neden, nasıl ve hangi durumlarda kötü hissettiğini biliyor musunuz?
Psikiyatri ve Psikoloji alanında yapılan araştırmalar, aşırı ve gereksiz kaygı ile tekrar tekrar aynı şeyi zihinde canlandırmanın kötü hissetmeye yol açan temel kaynaklar olduğunu bildirmektedir. Çözüm olarak ise, olumsuz iç konuşmanın, gerçekçi duygu, düşünce ve tepkiler verebilmemizi sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmasını önerilmektdir.
Muayenehanemizde, temel amacımız insan psikolojisinde var olan "kendisinin en iyisine ulaşma dürtüsünü" harekete geçirerek, başına gelen veya kaygılandığı durumları psikolojik gelişimini ilerletmek için kullanmasına yardım etmektir. Kişisel gelişim, bazen etkili problem çözme ve iletişim teknikleri ile sağlanabilirken, değiştiremeyeceğimiz durumlarda ise, bu durumun oluşturduğu olumsuz duygularla başetme becerisinin kuvvetlendirilmesi ile mümkün olabilmektedir.
Bu bağlamda, düşünce yapısını ve davranışlarımızı değiştirmede en etkili yöntem olan bilişsel-davranışçı tedavi ile kendi kendimize olumlu telkinler vermemizi sağlayan hipnoterapi yöntemleri ve kişiler arası çatışmaların çözümünde etkili iletişim teknikleri uyguladığımız psikoterapi yöntemlerinin başında gelmektedir.
Biz,kişisel gelişimin yeni beceriler öğrenilerek sağlanabileceğine inanıyoruz. Öte yandan, hepimiz bilişsel davranışçı terapi, hipnoterapi ve farkındalık temelli terapi yöntemleri gibi benzer teknikler kullanmamıza rağmen, ustalaştığımız alanlar birbirlerinden farklıdır. Özgeçmişlerimiz ve aldığımız eğitimler hakkında detaylı bilgiyi "Özgeçmişlerimiz" bölümünden ve sitelerimizden bulabilirsiniz.
Hayatın bir oyun, bizlerin de birer oyuncu olduğunu hep hatırlamanız dileğiyle..
Sağlıklı bireylerde “sağlıklı” oluşu belirleyen fiziksel şikayetlerin olmaması değildir. Bir haftalık dönem esas alındığında, “sağlıklı” insanların % 80’ninde fiziksel bir yakınma olduğu saptanmıştır. Birey bu semptomları “sağlıksızlık” belirtisi olarak algılamaz ve çoğu kez bu semptomların kendiliğinden geçmesini beklemeyi yeğler. Öte yandan, bu semptomlar şiddetlenir, uzun sürer ya da ciddi bir hastalığı aklına getirir ise tıbbi yardım arayışı başlar. Tıbbi yardım arayışında hastanın ilk karşılaştığı hekim “birinci basamak hekimi” olarak adlandırılmaktadır. Hasta, birinci basamak hekimine, ham bilgi olarak neler hissettiğini ve nelerin kendisini en çok tedirgin ettiğini anlatır. Bu anlatım kimi zaman tanı koydurucu ana semptomları içermez; alınan bilgileri rafine etmek, hasta için daha az önemli gözüken ama tanı açısından daha temel olan semptom ve bulguları ortaya çıkartmak hekimin yükümlülüğüdür. Bir örnekle yukarıdaki çıkarımları gözden geçirelim. Bir hastanın başı ağrıyor; ağrı süresi ve şiddeti artıyor; komşusuna bundan bahsedince “aman beyninde ur olmasın” yanıtını alıyor ve telaşlanarak doktora gitmeye karar veriyor. Hasta, hekime gidene kadar geçen süre içinde vücudunu daha fazla inceliyor ve o zamana kadar aldırmadığı halsizlik, kabızlık, omuz ve bel ağrıları, midede hazımsızlık gibi şikayetlerini de farkediyor. Hekime gittiğinde doğal olarak önem ve şiddet sırasına göre bu şikayetlerinden bahsediyor. Bu noktaya kadar hasta görevini başarıyla yapmıştır; anlattığı ham bilgiyi işlemek ve ayırıcı tanıya ulaşmak ise hekimin görevidir. Hastanın, örneğin, iç sıkıntısı, hayattan tat alamama, isteksizlik, karamsarlık gibi şikayetleri de olmasına rağmen, beyin tümörü olma korkusu nedeniyle hekime geldiğini gözönüne alırsak, öncelik sırasında bu şikayetler çok geride yer alacak ve anlatılmadan kalabilecektir. Ayrıca, fiziksel şikayetleri ile, örneğin başağrısı ile bu şikayetleri, örneğin hayattan tat almaması ya da iç sıkıntısı arasında bir bağ kurmak da çoğu insan için güçtür. Oysa, hasta, gerekirse hekimin yardımı ile bu bağı kurduğunda kolaylıkla “depresyon” tanısı konabilecek ve tedavisi başarıyla yapılabilecektir. Diğer tarafta ise, depresyon tanısı konamamış, “çarpıntı” nedeniyle Beloc Zoc veya “baş dönmesi” nedeniyle Betaserc verilmiş pek çok panik bozukluk vakası, “başağrısı” veya “gögüs ağrısı” nedeniyle ağrı kesici verilmiş pek çok depresyon vakası maalesef gerçek tanıları saptanmadan pek çok doktor gezmektedirler.
Psikiyatrik hastalık nedir ?
Psikiyatrik hastalıklar duygu, düşünce ve davranışlarımızı etkiler; psikolojik, toplumsal veya biyolojik nedenlerle ortaya çıkar.
Psikiyatrik hastalıklar:
1. Belirti ve bulgular ortaya çıkartırlar. Ör; depresyon hastalığında, karamsarlık, hayattan tat alamama, isteksizlik,uykusuzluk, unutkanlık, halsizlik, iştahsızlık, başağrıları, vücut ağrıları, uyuşmalar, iç sıkıntısı gibi belirtiler görülür,
2. Belirtiler süreğendir. Ör; depresyon olgularında yukarıda belirtilen belirtilerin çoğu son 2 haftadır, hemen hergün ve günboyu mevcuttur,
3. Bireyde belirgin sıkıntı, gerginlik ve tahammülsüzlük yaratır. İşinde/okulunda, ev hayatında, ilişkilerinde-evliliğinde sorunlar ortaya çıkmasına neden olur..
Psikiyatrik hastalıklar tedavi edilebilir mi?
Bazı hastalarda evet, bazı hastalarda kısmen, bazılarında ise tedaviye rağmen pek az ilerleme kaydedilir.
Psikiyatrik hastalıklarda 2 temel tedavi yöntemi kullanılır; ilaçlar ve psikoterapi. Tedavi seçiminin en temel belirleyicisi hastanın hastalığı ve şiddetidir.
Çoğu olguda ilaç ve psikoterapinin birada uygulanması en başarılı sonucu verir.
Psikiyatride kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır ?
Evet. Psikiyatrik ilaçlar tüm ilaçlar gibi az ya da çok yan etki yaparlar. Bu yan etkiler hemen her zaman gelip geçici niteliktedir.
Öte yandan, hastaya uygun ilacın kullanılması, ortaya çıkabilecek yan etkilerin önlenmesi, tanınması ve azaltılması hekimlik sanatının bir gereğidir.
Psikiyatrist bir ilacı reçete ettiği andan itibaren tedavi ile ortaya çıkabilecek tüm sorunların sorumluluğunu almış durumdadır.
Sağlık Hizmetlerinde Psikiyatrik Hastalıklar
Birinci basamak sağlık hizmetlerinde en sık görülen hastalık gruplarından biri psikiyatrik hastalıklardır; örneğin hipertansiyon sıklığı % 6 iken, depresyon sıklığı % 10 civarındadır. Dünya Sağlık Teşkilatı, tüm dünyada, psikiyatrik hastalıkların yarattığı iş-gücü kaybının, demir eksikliği anemisi, artrit, KOAH gibi sık rastlanan hastalıklardan 2-5 kat daha fazla olduğuna dikkati çekmektedir. Bu bulgulara rağmen psikiyatrik hastalıklara müdahale konusu yakın zamanlara kadar ihmal edilen bir konu olarak kalmıştır. Son yıllarda hem psikiyatristlerin şahsi çabaları hem de sağlık bakanlığı ve ilaç şirketlerinin desteklediği toplantılarla birinci basamak sağlık hizmeti veren hekimlerin psikiyatriye ilgisi arttırılmaya çalışılmakta; bu çabalar yoğun ilgi görmekte ve bir ölçüye kadar da başarılı olabilmektedir.
Türkiyede Ruh Sağlığı Profili
Türkiye’deki ruh sağlığı ile ilgili durum da, çok sayıda araştırma olmamasına rağmen, pek iç açıcı gibi gözükmemektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü işbirliği ile hazırlanan “Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu” bu konuda en kapsamlı ve yeni araştırmadır. Bu rapor hazırlanırken araştırma deseni Türkiye’yi temsil edecek şekilde planlanmış ve ev ev gezerek toplam 7479 kişi standart yöntemlerle psikiyatrik açıdan değerlendirilmiştir. Rapora göre Türkiye genelinde psikiyatrik hastalığa rastlanma sıklığı % 17.2 olup, bu oran batıda yapılan çalışmalara benzerdir. Benzer araştırma deseni ile 1995 ve 1987 yıllarında yapılan iki farklı çalışmada da psikiyatrik hastalığa rastlanma sıklığı % 17.6 ve % 20 olarak bulunmuştur. Bu sonuçlar çarpıcı bir duruma işaret etmektedir; ülkemizde her 5 kişiden 1’inde tanı konabilir psikiyatrik bir rahatsızlık vardır. Kent merkezlerinde yaşayanlarda, dul ya da boşanmışlarda, kadınlarda, eğitim düzeyi düşük olanlarda psikiyatrik hastalık sıklığı daha da artmaktadır.
Evlerinde yapılan tespit ile % 17.2’lik dilimi oluşturan ve psikiyatrik hastalık tanısı konan kişilerin, bu hastalıkları nedeniyle ortaya çıkan iş-gücü kaybı ve yeti yitimi bedensel hastalığı olanlardan daha fazladır. İş-gücü kaybı ve yeti yitimi her hastalık için geçerli bir durumdur. İş gücü kaybı ve yeti yitiminin değerlendirilmesinde hastalık nedeniyle yataktan çıkamama, ev işlerini ya da mesleğin yapamama ve çevreyle olan ilişkilerinde bozulma gibi hastalığın günlük yaşantıya yansıyışı araştırılır. Hastalık semptomlarına ve belirgin yeti yitimine rağmen, bu hastaların yalnızca % 13.8’i, yani 1/7’si ruhsal durumları nedeniyle tedavi arayışına girmişlerdir. Başvuranların 2/5’i psikiyatriste, 3/5’i ise diğer bir uzmana ya da pratisyen hekime başvurmaktadır. Panik bozukluğu, somatizasyon bozukluğu gibi esas olarak dahili hastalığa benzer belirtiler gösteren hastalar tedavi arayışına daha sık girmektedir. Depresyon gibi daha sık rastlanan fakat ruhsal ve bedensel belirtilerin bir arada görüldüğü olgularda başvuru oranı daha düşüktür. Tablo 1’de “evinde” tespit edilen olgularda rastlanan psikiyatrik hastalıklar sıklık sırasına göre verilmiştir.
Tablo 1.1. “Evinde” Değerlendirme İle Saptanan Psikiyatrik Hastalıkların Sıklığı"1
Tanı |
Kadın |
Erkek |
Toplam2 |
Psikojenik Ağrı Bozukluğu |
%13 |
%4.8 |
%8.4 |
Depresif Nöbet |
%5.4 |
%2.3 |
%4 |
Özgül Fobi |
%3.8 |
%1.4 |
%2.7 |
Nevrasteni |
%3.7 |
%1.0 |
%2.4 |
Sosyal Fobi |
%2.3 |
%1.1 |
%1.8 |
Distimi |
%2.2 |
%0.8 |
%1.6 |
Kısa Yineleyici Depresyon |
%2.2 |
%0.8 |
%1.6 |
Alkol alışkanlılığı |
%0.1 |
%1.7 |
%0.8 |
Diğer3 |
%3.8 |
%1.2 |
%2.7 |
Toplam |
%22.4 |
%10.9 |
%17.2 |
1 Kılıç’ın çalışmasından (1998) kısaltılarak alınmıştır.
2 Bir kişide birden fazla psikiyatrik hastalık görülebildiği için satırların toplamı “toplam” satırında saptanan yüzdeden fazladır.
3 Diğer grubunda yer alan hastalıkların sıklığı % 0.6’dan azdır ve bu grupta hipokondriasis, somatizasyon bozukluğu, panik bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, agorafobi ve yeme bozuklukları yer almaktadır.
Sağlık Kurumlarına Başvuran Hastaların Psikiyatrik Değerlendirmesi
“Evinde” yapılan tespitlerle saptanan psikiyatrik hastalıklar, bu hastalıkların toplum içindeki sıklığı hakkında bilgi verirken, sağlık kurumlarına yapılan başvuruların değerlendirilmesi, bu hastalardan doktora başvuranlar hakkında bilgi vermektedir.
Ülkemizde sağlık ocaklarına başvuran hastalarda psikiyatrik hastalık sıklığını saptamaya yönelik bilgiler sınırlıdır. Ankara Gölbaşında yapılan bir çalışmada üst solunum yolu enfeksiyonundan sonra en sık görülen rahatsızlığın depresyon olduğu tespit edilmiştir. Depresyon belirgin iş-gücü kaybına neden olan rahatsızlıklardan biri ve en yaygını olarak, yapılan çalışmalarda, birinci basamak sağlık hizmetleri bağlamında en fazla değerlendirilen psikiyatrik hastalıktır. Ülkemizde yapılan ve 7 değişik merkezde sağlık ocağına başvuran 1997 hastayı içeren bir çalışmada depresyona rastlanma sıklığı ortalama % 23.2 olarak bulunmuştur. Benzer desenli başka bir çalışmada ise depresyon sıklığı % 1.6 olarak saptanmıştır. Sağlık ocağına başvuran hastalar arasında, muayeneye sık gelenlerde, kadınlarda, eğitim düzeyi düşük olanlarda, fiziksel hastalığı olanlarda, dul ve boşanmışlarda depresyon riski en yüksektir.
Sağlık ocağına başvuran hastalardaki depresyon oranı “evinde” yapılan değerlendirmelerde tespit edilen oranlardan çok daha yüksektir ve sağlık ocağına başvuran hastaların en az 1/10’unun klinik olarak tedavi edilmesi gereken bir psikiyatrik hastalık tablosu içinde olduğuna dikkati çekmektedir. Çalışmalar birinci basamak sağlık hizmeti veren hekimlerin olguların ancak % 15.2’sinde depresyonu tanıyabildiklerine, bunların da % 15-55’ine tedavi düzenlediklerine işaret etmektedir; diğer bir deyişle, ülkemizde, psikiyatrik hastaların 1/7’si hekime başvurmakta, sağlık ocağına başvuran ve depresyonu olan hastaların yalnızca 1/7’si tanınabilmekte, tanınanların ise ancak küçük bir azınlığı uygun ve yeterli tedavi alabilmektedir. Öte yandan, bir sağlık ocağı hekiminin depresyonu olmayan bir olguya depresyon tanısı koyma olasılığı yok denecek kadar düşük bulunmuştur.
Psikiyatri Konsültasyonları
Birinci basamak sağlık hizmetlerine başvuran hastaların ancak küçük bir kısmı tedavi edildiğine göre, tedavi verilmeyen hastaların psikiyatriye sevk edilme olasılığı akla gelen bir ihtimaldir. Oysa, veriler hem batıda hem de ülkemizde bu olguların psikiyatriye de sevk edilmediklerini düşündürmektedir.
Ülkemizde psikiyatri konsültasyonlarını inceleyen çalışmalar çoğunlukla bir hastanede ayaktan ve yatarak takip edilen olguların dökümü şeklindedir. Hastanede yatan olguların, tanı ve hastalığın kronikliğine bağlı olarak çok değişmekle birlikte, ortalama % 20-30’unda müdahale gerektirir düzeyde psikiyatrik problemlere rastlanmaktadır. Psikiyatrik konsültasyon istenme sıklığı ise yurt dışında % 1-5 civarında iken, ülkemizde bu oranın psikiyatri konsültasyonu geleneği en iyi yerleşmiş büyük üniversite hastanelerinde bile % 5’in altındadır.
Psikiyatri konsültasyonlarında konan tanılar ne tür psikiyatrik hastaların farkedildiği ve hangi hastalıkların daha sık görüldüğü hakkında fikir verebilmektedir. Tablo 1.2’de Türkiye’de yapılan ve psikiyatri konsültasyonu istenen hastalara konan tanıların sıklığını bildiren 12 çalışmadan elde edilen sonuçların ortalama yüzdeleri verilmektedir. Bu tabloya göre 3. sıklıkta saptanan “organik mental bozukluklar” tanısı çoğunlukla hastanede yatan deliryum ve demans olguları için kullanılan bir tanıdır.
Psikiyatrinin Kısa Tarihçesi
Psikiyatri göreceli olarak yeni bir bilim dalıdır. Günümüzden 150-200 yıl öncesine kadar psikiyatrik hastalıklar genel bir grup olarak ele alınıyor ve özellikle ağır olgular, lepra hastaları gibi, toplumdan izole ediliyorlardı. Pinel’in psikiyatrik hastalıklara “insanca” yaklaşıldığında olumlu sonuçların alınabileceğini saptaması ve görüşlerinin Avrupa’da pek çok “tımarhanede” uygulamaya sokulması ile bu hastalarla daha fazla ilgilenilmesine ve bilgi birikiminin artmasına yol açmıştır.
Gözlemler, olgu bildirimleri ve araştırmalar psikiyatrik hastalıkların farklı özellikler gösteren iki ana grupta toplanmasıyla sonuçlanmıştır; psikoz ve nevrozlar. Psikozlar Kreapelin tarafından “erken bunama” (şizofreni) ve psikoz manyak depresif (bipolar bozukluk) olarak alt gruplara ayrılmış ve daha sonraları paranoid bozukluk, şizoaffektif bozukluk, şizofreniform bozukluk gibi psikotik tablolar da tanımlanmıştır. Nevrozlar ise Freud’un esas ilgi alanı olmuştur. Günümüzde anksiyete bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, nevrotik depresyon, fobiler, panik bozuklukları, somatizasyon bozukluğu (histerik nevroz), hipokondriasis gibi hastalıklar “nevroz” tanımında betimlenen özellikleri gösterdikleri düşünülen hastalıklardır.
Psikiyatride "Normal" ve Patolojik Ayrımı
Tüm insanlar yaşamlarının değişen dönemlerinde, değişen şiddetlerde psikiyatrik semptomlar gösterir. Durum böyle olduğunda, bireyin gösterdiği semptomların ne zaman “normal” ne zaman psikiyatrik hastalık lehine patolojik sayılması gerektiğinin belirlenmesi önemlidir. Psikiyatrik semptomu olan bir birey, günlük olağan işlevlerini yeterli bir düzeyde yerine getiriyorsa yani çalışabiliyorsa, sosyal ve aile içi ilişkilerinde ciddi problemler yaşamıyorsa, ve bu psikiyatrik semptomu kendisini aşırı derecede rahatsız etmiyorsa sözkonusu kişinin, semptomlarına rağmen “normal” olduğunu düşünebiliriz. Örneğin, sosyal fobik semptomları olan biri, toplum önünde ya da amiri ile konuşurken rahatsız olmasına ve bundan mümkün olduğunda kaçınmasına rağmen, gerektiğinde konuşuyor ve bu belirtisi yaşam kalitesini düşürecek düzeyde sıkıntı yaratmıyor ise bu kişinin “normal” olarak değerlendirilme olasılığı yüksektir. Öte yandan, aynı kişi, hissedeceği sıkıntıdan korkarak amirinin karşısında konuşmaktan kaçınıyor ve bu yüzden zarar görüyorsa ya da “ben neden bu kadar çekingenim, neden kimsenin önünde konuşamıyorum” gibi düşüncelere sık sık kapılarak belirgin sıkıntı, karamsarlık yaşıyorsa bu kişide tedavi edilmeyi gerektirir düzeyde sosyal fobi olduğundan sözedebiliriz.
Tablo 1’de belirtilen psikotik belirtilerin varlığında “normal” ve patolojik ayırımı göreceli olarak daha kolaydır. Bu belirtileri gösteren hastalarda gerçeği değerlendirme işlevi belirgin olarak bozulmuştur. Eşlik eden semptomlara ve hastalığın süresine bağlı olarak, hastaya, şizofreni, bipolar bozukluk, şizoaffektif bozukluk gibi tanılardan hangisinin konacağı saptanır.
Tablo 1. Sık Rastlanan Psikotik Belirtiler
Hallusinasyon: Uyaran olmaksızın ortaya çıkan algılar; çevrede kimse yokken kendisiyle konuşan sesler duyma, boş bir odadayken odada başka insanlar görme gibi, |
Hezeyan: Yanlış bir fikre saplandığının kuvvetle muhtemel olduğu kişiye gösterilmesine rağmen bireyin değiştiremediği sabit fikirler; sokakta arkasında yürüyen insanların kendisini izleyen ajanlar olduğunu düşünme, hiçbir delil olmamasına rağmen ısrarla eşinin kendisini aldattığına inanma, beyninin uzaylılar tarafından çalındığına ve içine düşünceler sokularak geri takıldığına inanma, kendinin Tanrı olduğuna inanma gibi. |
Çağrışım Kusurları: Hastanın konudan konuya atlaması, anlaşılmaz konuşması, hiç susmadan konuşması, aynı şeyi tekrar tekrar söylemesi, hiç konuşmama (mutizm) gibi. |
Dezorganize Davranışlar: Ortalıkta soyunma, büyük abdestiyle oynama, ani ve yersiz saldırganlık, intihar girişimleri, hiç hareket etmeden günlerce aynı pozisyonu koruma (katatoni) gibi |
Bilişsel işlevler yüksek kortikal fonksiyonlardır ve bu fonksiyonların bozulduğu durumlarda da “normal” ve patolojik ayırımını yapmak göreceli olarak kolaydır. Bilinci bulanık, dikkatini bir konuda yoğunlaştıramayan, bulunduğu yeri, tarihi bilemeyen bir kişide bilişsel işlevlerin bozulduğundan sözedilebilir. Bu kişi hallusinasyon, hezeyan, çağrışım kusurları gibi belirtiler gösteriyor olsa bile, mutlaka bu belirtilere neden olabilecek organik nedenlerin araştırılması gereklidir. Kitabın demans ve deliryum ile ilgili bölümlerinde bu semptomlar ve muayene yöntemleri ele alınmıştır.
Nevrotik belirtiler ise, özellikle hafif olduklarında, “normal” veya patolojik ayırımı yapmak güç olabilir. Tablo 4.2’de sık rastlanan bazı nevrotik semptomlar verilmiştir. Kitabın ilgili bölümlerinde nevroz grubunda yer alan hastalıkların semptomları daha geniş ve kapsamlı olarak ele alınmıştır. Aşağıdaki semptomları gösteren bireylerde bu semptomların kişide yarattığı sıkıntı, günlük hayatına etkisi, ne kadar zamandır sürmekte olduğu, semptomların toplam sayısı ve şiddeti “normal” veya patolojk ayırımında önemlidir.
Kişilik bozuklukları da, özellikle hafif şekillerinde, normalden ayırımında güçlük yaşanan durumlardır. Kişilik bozukluklarında temel bulgu kişinin davranış, düşünce ve ilişki kurma biçiminin içinde bulunduğu toplumun normları ile uyumsuz olmasıdır. Bir insanın çeşitli ortam ve durumlarda toplumun normlarına uygunsuz tutum ve davranış göstermesi tek başına patoloji işareti değildir. Uyumsuzluğu “kişilik bozukluğu” boyutuna taşıyan her ortamda aynı tutumun sürdürülmesi, uyarılara ve sözkonusu tutum ve davranışlar nedeniyle olumsuz sonuçlar yaşanmasına rağmen bunların değiştirilmemesi ya da esnetilememesidir. Kişilik bozukluğu olan bireyler semptomları nedeniyle işlerinde, sosyal ve aile içi ilişkilerinde ciddi problemler yaşamalarına rağmen, bu problemlerin sorumlusu olarak “diğerlerini” görürler.
Tablo 2. Sık Rastlanan Nevrotik Belirtiler
Depresif semptomlar: Yaşamdan tad almama, intihar fikir ve girişimleri, kendini değersiz görme, hareketlerde yavaşlama, iştah değişiklikleri, eskiden hoşuna giden davranışları yapmama, ilgi-istek kaybı, uyku bozuklukları, halsizlik, bitkinlik, umutsuzluk ve çaresizlik duyguları. |
Anksiyete semptomları: Kişi sürekli olarak kendine ya da yakınlarına kötü bir şey olacak hissi içindedir; bu tedirginliğinin aşırı olduğunu farketse bile kontol edemez; huzursuzluk, yerinde duramama gibi belirtilerin yanısıra dikkatini yoğunlaştıramama, kolay yorulma, kaslarda gerginlik ve uykuya dalma güçlüğü ve ani uyaranlarla irkilme |
Panik atağı: Birden başlayan, kısa sürede çok şiddetlenen yoğun sıkıntı, ölüm korkusu, aklımı yitireceğim korkusu gibi psikolojik belirtilere eşlik eden nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı ya da göğüşte sıkışma, dispne, ellerde-ayaklarda uyuşma gibi fiziksel belirtilerin gözlendiği, çoğu kez 30-60 dakikada hafifleyen şiddetli anksiyete hali |
Sosyal fobi semptomları: Diğer insanların karşısında konuşurken ya da toplu yemek yenilen ortamlar gibi dikkatlerin kendisine yönelebileceği durumlarda kendini küçük düşürebilecek, utandırabilecek davranışlar yaparım korkusu; bu tür durumlarla karşılaşıldığında yoğun anksiyete duyma |
Agorafobi semptomları: Panik benzeri semptomların ortaya çıkması kaygısı nedeniyle kaçıp, kurtulmanın güç olabileceği ya da yardım alamayacağı ortam ve durumlarda bulunmaktan yoğun sıkıntı duyma ve bu ortamlardan uzak durma |
Özgül fobi: Yılan, böcek, bıçak gibi nesnelerle ya da yüksekten bakma gibi durumlarla karşı karşıya kalmaktan kaçınma, bu nesne ya da durumlarla karşılaşıldığında yoğun anksiyete duyma |
Obsesif-kompulsif bozukluk semptomları: Obsesyonlar (kişi istememesine rağmen aklına gelen, onu rahatsız eden fakat aklından atamadığı mikrop kapma, kapıyı-tüpü kapattığından emin olamama ya da “kendimi bıçaklarmıyım” gibi düşünce, duygu ve dürtüler) ve kompülsiyonlar ( kişinin kaygısını yatıştırmak, obsesyonlarını engellemek amacıyla, mantıksız olmasını bilmesine rağmen, tekrar tekrar yaptığı ellerini saatlerce yıkama, kapıyı-tüpü defalarca kontrol etme gibi davranışlar) |
Hipokondriak (hastalık hastalığı) semptomlar: Sürekli ağır bir hastalığı olduğundan kaygılanma; bu hastalığın belirtilerini önceden saptamak amacıyla kendini sürekli inceleme; normal vücut işlevlerini hastalık belirtisi gibi yorumlama; “saptanamayan” hastalığını ortaya çıkartma amacıyla sık doktora gitmek; doktorun açıklamalarıyla ancak kısa süreli olarak ikna olma |
Somatizasyon semptomları (histerik nevroz): Çoğu kez 30 yaşından önce başlayan, süreğen, dalgalı seyir gösteren ve pek çok organ sistemini ilgilendiren semptomlar; ağrı, gastrointestinal, nörolojik semptomlara sık rastlanılır ancak yapılan fizik ve laboratuar değerlendirmeleri ile belirtileri açıklayabilecek fiziksel bir hastalık saptanamaz |
Konversiyon semptomları: Nörolojik hastalıkları düşündüren, felç, uyuşma, karıncalanma, hissizlik, ses kısıklığı, görme kaybı gibi belirtiler; bayılmalar |
Normalden ayırımda en büyük güçlük ise normal olarak insanın psikolojik dengesini sarsan bir olay yaşamış bireylerde “psikiyatrik” semptomlar ortaya çıktığında yaşanmaktadır. Eşini kaybetmiş bir kadının depresif semptomlarının olması beklenir; deprem yaşamış bir bireyin “bir ses duyduğunda irkilmesi” ya da gece uykuya dalma güçlüğü yaşaması doğal olabilir; ani kalp krizi geçiren birinde sokağa tek başına çıkmak istememe gibi agorafobi semptomlarına rastlanabilir. Bu bireylerde semptomların kişide yarattığı sıkıntı, günlük hayatına etkisi, ne kadar zamandır sürmekte olduğu, olay üzerinden ne kadar zaman geçtikten sonra başlamış olduğu, semptomların toplam sayısı ve şiddetinin zaman içindeki artması ya da azalması “normal” veya patolojk ayırımında yardımcıdır.
Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerine Başvuran Hastalarda Olası Psikiyatrik Tablolara Genel Bakış
Yukarıdaki değerlendirme ile hastanın psikiyatrik bir patoloji gösterdiğini düşündüren veriler elde edilmiş ise aşağıdaki 5 ihtimalden hangisinin bu hastayı daha iyi açıkladığına karar verilmelidir. Bu tablolar;
- Hastanın tüm belirti ve bulguları psikiyatrik bir hastalıkla ilgilidir. Örneğin, hasta başağrısı, halsizlik, bitkinlik yakınmaları ile başvuruyor ve hastada ellerde-ayaklarda uyuşma ve karıncalanma, bel ve oynak ağrıları, dispepsi, dispne, boğazında bir yumru varmış hissi, sık idara gitme şikayetlerinin de bulunduğu anlaşılıyor. Şikayetleri herhangi bir fiziksel rahatsızlıkla açıklanamıyor ise somatizasyon bozukluğu tanısı bu belirtilerin hepsini açıklayabilen bir psikiyatrik rahatsızlık olarak akla gelir.
- Hastanın dahili ya da cerrahi bir hastalığı vardır. Bu hastalıkla bağlantısız olarak psikiyatrik bir tanı alacak şiddet ve sürede psikiyatrik semptomları vardır. Örneğin, myokart infarktüsü geçirmiş bir hastada, 1 yıl sonra, herhangi bir kardiyak bulgu olmamasına rağmen, “ya kalp krizi geçirirsem kaygısı” nedeniyle sürekli yanında bir yakınının kalmasını talep etme, sık sık telefonla kendisinin aranmasını ve kontrol edilmesini isteme, huzursuzluk, yerinde duramama, nedenini bilemediği “kötü bir şey olacakmış” hissi gibi anksiyete bozukluğu bulguları saptanırsa, bu bulgular büyük olasılıkla kalp hastalığı ile ilgili değildir ve ek psikiyatrik tedaviye ihtiyaç vardır.
- Hastanın dahili ya da cerrahi bir hastalığı vardır. Bu hastalıkla ya da bu hastalıkta kullanılan ilaçlarla bağlantılı olarak psikiyatrik semptomlar ortaya çıkmıştır. Hipotiroidisi olan bir hasta, bu hastalık belirtileri ile birlikte ve eş-zamanlı olarak başlamış karamsarlık, hareketlerde yavaşlama, uykusuzluk, iştahsızlık, hayattan tad almama gibi depresif belirtiler de gösteriyorsa, depresyonun “hipotiroidiye bağlı” olduğu tıbbi kanaati oluşabilir. Bu tür kanaat oluşan hastaların psikiyatri tarafından ayırıcı tanı açısından değerlendirmeye gönderilmesi uygundur.
- Hastanın dahili ya da cerrahi bir hastalığı vardır. Bu hastalığın ortaya çıkışında ya da alevlenmesinde psikososyal etkenler rol oynamaktadır. Hipertansiyonu, peptik ülseri, diyabeti olduğu tespit edilen bir hastanın semptomları, kızını evlendirme, oğlunun askere gitmesi, miras konuları nedeniyle kardeşleriyle tartışması gibi sosyal olaylarla ya da üzüldüğünde, sıkıldığında veya öfkelendiğinde karşısındakini kırarım kaygısıyla bunu söyleyememe gibi psikolojik nedenlerle alevleniyorsa “psikosomatik hastalık” tanımı kullanılır. Her dahili hastalığın ortaya çıkışında ve/veya alevlenmesinde biyolojik olduğu kadar, olguya göre değişen oranlarda, psikososyal etkenlerin de rolü vardır ve kimi olguda yalnızca biyolojik tedaviler hastalık semptomlarını kontrol etmede yetersiz kalabilir.
- Hastanın psikiyatrik bir hastalığı vardır. Bu hastalıkla bağlantılı olarak fiziksel belirtiler ortaya çıkmıştır. Örneğin, bir hasta, boyuna göre kilosu çok düşük olmasına rağmen kendini şisman hissetme ve kilo almaktan aşırı korku; her yediği yemeğin kalorisini hesaplama ve kilo almama kaygısı ile aşırı egzersiz yapma; son 6 aydır adet görmeme şikayetleri ile getiriliyor. Hastanın bu bulguları ile anoreksiya nevrozası olduğu düşünülebilir. Bu hastanın muayenesinde saptanan malnütrisyon bulguları da anoreksiya nevroza ile bağlantılı olarak gelişmiştir.
2015 © Prof. Dr. Atilla Soykan
Psikiyatrik sorunların değerlendirilmesi için bir psikiyatrist veya klinik psikolog ile görüşülmesi şarttır.
Bu sitede yer alan psikiyatri ile ilgili tüm yazılar genel bilgilendirme amaçlıdır; psikiyatrik tanı, tedavi veya başka herhangi amaçla kullanılamaz.
Öte yandan, bu siteden elde ettiğiniz veriler değerlendirilme sürecinizde yararlı olabileceğinden, psikiyarist ya da klinik psikolog ile olan görüşmenize götürmenizi tavsiye ederiz.
Klinik Psikolog, Evlilik-Aile Terapisti ve Psikiyatrist'ten oluşan Psikoterapi ekibimiz, psikiyatrik ilaç tedavisinden çok bilişsel davranışçı terapi, hipno-terapi ve aile terapisi odaklı psikoterapi yaklaşımlarını kullanmaktadır
Bu sitede yer alan eserler 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu 14, 15, 16, 17 ve internet ortamında yayın yapma ile ilgili diğer
maddeler kapsamında korunmaktadır. İnternet ortamında umuma arz tarihi; 17-11-2016, Eser Sahibi; Prof. Dr. Atilla Soykan, Doç. Dr. Psk. Çiğdem Soykan, Dr. Psk. Filiz Özekin Üncüer. Eser sahibinin yazılı izni olmadan bir kısmı veya tamamı çağaltılamaz, yayınlanamaz, eğitim ve benzeri amaçlarla ve diğer amaçlarla kullanılamaz. Mevzuat için http://www.telifhaklari.gov.tr/Genel-Sorular linkini inceleyebilirsiniz.